Hayat kısa, zaman ilerliyor, ne beklediğinizi biliyor musunuz?

Söyleyecek sözüm olursa diye..

Baktım bu aralar birşeyler anlatmak istiyorum, bıkana kadar yazayım dedim. İsteyen de okusun..

Cuma, Mayıs 10, 2013

Benim Annem Guzel Annem

Bir zamanlar annemizi kizdiracak ya da onu uzecek olsam hemen "anne olunca anlarsin" sozunu isitirdim. Isitirdim isitmesine de bir kulagimdan girip otekisinden hizla uzaklasirdi bu dusunce..Kendimi anne olarak resmedemezdim kafamda..Ben hep ucari ve biraz da havai kiz olarak kalacaktim sanki...Evet asik olacaktim, hatta belki evlenecektim. Universiteyi bitirip, calisip, dunyayi gorecektim de cocuklara bayilmama ragmen kendimi dusunemiyordum coluk cocuklu iste...
Ama hayat kafanizdaki resimden oyle farkli birsey sunuyor ki, dusunmeye tasinmaya falan firsat kalmiyor. Oluyor, yapiliyor, degistiriliyor hersey. Cok iyi bildiginizi sandiginiz kendinizden, yepyeni bir kisi cikariyor, sonra yeniden, sonra yeniden..
Ve iyi ki de oyle yapiyor.
Ya da soyle demek daha dogru belki de: Cok sukur! Hayat bana kafamdaki resimden bin kat daha iyisini verdi hep. Cok comert davrandi bana. Bir cok yer gordum, cesit cesit insan tanidim, daha once adini bile duymadigim seyler tattim. Asik oldum, ustelik asik oldugum adamla evlendim. Iyi ve renkli insanlarla karsilastim. 
Tesekkurler hayat! Ben sana tesekkur edebilmek icin yasadigim anin, gelmisimin gecmisimin kiymetini bilmeye calistim, calisacagim.
Ama birtek annem konusunda kazik attin bana...Onu cektin aldin. Birsey yapamadim. Anladim.
Sonra gunler, geceler, mevsimler, yillar gecti. Herkes gibi herseye alistim.
Birgun anne oldum. Daha da iyi anladim.
Hep ne demek istediklerini.
Anliyorum artik. 
Ama sen yoksun. 
Keske simdi burada olsaydin.
Keske seni daha cok opup oksasaydim. Keske beraber daha cok gezip tozabilseydik. Keske kahvemizi ictikten sonra daha cok fal baksaydik birbirimize. Keske hep son gecemizdeki gibi koynunda yatabilseydim.
O kadar cok keske var ki senden sonra...
Hayat hizli akiyor. Guzel gidiyor.
Ama sanki bir yanimizda gorunmeyen ve birdenbire kanamaya baslayan bir yara var hep.
Bogazimda bir dugum yahut hic olmadik yerde hissedilen.
Bazen sebepsiz bir gozyasi.
Bazen karin agrisi ozlemden.
Ama, senin oyle bir kahkahan, oyle bir edan vardi ki anne... Girdigin yeri aydinlatirdin sanki. Yasamayi cok severdin. Yasatmayi da. Hep kibardin. Hep merhametli.
O hallerin gelince aklima, siliniyor hepsi yeniden.
Yuzumde bir gulumseme.
Orada iyisin, bunu hissediyorum ve seni hala cok seviyorum.
Anneler gunun kutlu olsun anne!



Cuma, Nisan 12, 2013

Genis Aile

Evi temizleyesim geldi dun. Soyle butun gucumle koltuklari, dolaplari, cekmeceleri ittirip altlarini, ustlerini kendim temizlemek istedim. Ne yalan soyleyeyim, cocuklar ve diger kosturmacalar arasinda cok vakit bulamadigimdan ve biraz da tembellik yaptigimdan bu isi yardimci kadina birakiyordum. Iyi oldu, iyi geldi. Elektrik supurgesini hizli hizli ittirirken birden aklima bir sahne geldi. Hafizamiz ne garip...
10 yil kadar once kuzenim Mehmet, canim kardesim ve canim Tansum Fulya' da sahane bir evde birlikte yasardik. O ev sahaneydi, cunku hepimiz isten kosturarak eve gelir, sonra ya disaridan yemek soyler, ya da makarna, omlet gibi basit birsey hazirlayip birlikte yerdik. Ne eglenceliydi o ev! Gec saatlere kadar sohbet eder, kikir kikir guler, film seyreder, kagit oynardik. Haftanin 4-5 gunu mutlaka misafirlerimiz olurdu. Bazen Istanbul' da oturup bizim evde eglenmek isteyen, birasini kapip gelen arkadaslarimiz..bazen baska sehirlerde yasayan ve bizde kalan arkadaslarimiz..bazen diger kuzenlerimiz, akrabalarimiz, annemiz, babamiz..
O zamanlar ya bira ya kola icerdik. Sarapla aramiz uzakti. Beyoglunda sabaha kadar eglenir, sabah hicbirsey olmamis gibi ise giderdik.
 Simdi hala hatirladikca beni gulduren sakalar yapardik misafirlerimize ve hatta bazen birbirimize..
Bilgehan askere gitmisti. Gunlerce kendimize gelemedik once..Birimiz gitmisti, gecici bir sureligine de olsa..Sayili gun pek de cabuk gecmiyordu. Birgun evi temizlemeye karar verdik, oyle gunluk temizlik degil ama..Perdeler, tuller yikaniyor, koltuklar siliniyor, camlar temizleniyordu. Mehmet camlari siliyordu, onun arkasina "Bekardir, telefonu: 0533..." yazan bir kagit yapistirdik ve bu minicik, sapsal sakaya dakikalarca gulduk:) 
Ne cok gulerdik eskiden..Katila katila, gozlerimizden yaslar gele gele gulerdik. Simdi de 
guluyoruz elbette, ama eskisi gibi degil..Guldugumuz seyler azaldi. Daha buyuk evler, daha iyi arabalar kullanirken eksildik nedense..

Sonra diger kuzenlerim ile gecirdigimiz bazi anlar geldi gozlerimin onune..Umit, Mesut ve Mufitle bir bayramda gorusemeyecegiz diye ne kadar uzulmustuk! Karasu' daki bir yerel radyodan aradigimizi iddia ederek aradigimiz bir suru insani aksamin bir vaktinde televizyon kazandiklarina inandirmistik. Sonra ayni gece evi su basinca uzun bir sure evi temizleyip, bizi Allah' in cezalandirdigina kanaat getirmistik:) 
Ne zaman tatil olsa Basri Dayimlarin evine gider, sabahtan aksama kadar orada oynardik. Eger sansliysak, bizden buyuk kuzenler Ozgur Abim, Sultan Abla, Hulya Abla, Gulsum Ablanin pese takilir, discoya giderken bizi de goturmelerini saglardik...O zaman eve sabahin korunde geri donerdik hep beraber.  Yok disari cikmadiysak, Hakan ve Bilgehan' in cevirdigi Almanca, Turkce ve Arapca filmleri hep beraber alkislar, sonra Filiz Abla' ya geceyarisina dogru patates kizarttirir, afiyetle o saatte yerdik! 
Duzcedekiler vardi bir de..daha az gordugumuz ama hep cok sevdigimiz kuzenlerimiz..Zeynep' in tiz sesini duyabilmek icin ona ciglik attirirdik gorusunce..Teyzem kofteleri yetistiremezdi, pisirdikce ekmegin arasina koyup yerdik, baska kimseye birakmaz, sonra da azari isitirdik:)
Almanyadakiler de vardi..Onlari daha az tanir, ama gene de cok severdik. 
Ne cok severdik hepimiz birbirimizi..
Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz icindi.
Ne genis bir aileydik biz..
Sonra buyuduk. 
En sevdiklerimizi kaybettik. 
Yeni sevecek kisiler ekledik aileye..
Herkes kendi ailesini kurdu, cekirdek oldu.
Hayat hizlandi, hayat yavasladi.
Genis ailem birbirini ne kadar az gorur oldu.
Saglik olsun once..sonra az gorussek de iyi ki varsin genis ailem. 
Hep kalbimde olacaksin. 

Pazartesi, Ocak 24, 2011

Kac Yil Gecti Aradan?

Hayat ne kadar hizli akiyor! Buraya en son yazdigimdan beri 4 yil gecmis! Koskoca 4 yil! Belki de hayat mutluluk, saglik ve huzur konusunda bize comert davrandiginda zaman cok hizli geciyor gibi geliyordur. Huzursuz, sagliksiz oldugumuzda veya sikildigimizda ise zaman bir turlu gecmez sanki. Insan beyni ne de olsa.. Her seyi istedigi gibi yansitabilir.

Ne sansliyim ki benim icin bu 4 yil mutlulukla uctu gitti ! Hala sevgilimle evliyim. Her gece beraber olusturdugumuz yastik cukurumuzda bulusuyoruz keyifle.. Bir de melek bir oglumuz oldu ! Bambaska bir ask, muthis bir tutku, yasama sevinci ve ayni zamanda yasama kaygisi girdi hayatimiza onunla. Ona bakarken ikimizin de gozleri doluyor hala.
Ve bir de en son ev hanimi olacagimi duyurmustum. Ama ben kim o mukaddes hanimligi yapacak sabri gostermek kim! Calisiyorum, beyaz yakaliyim gene, her gun sikayet ediyorum isimden ama sonra kaybedecek gibi olunca, anliyorum ne cok sevdigimi bu stresi ve maalesef ona bagimli hale geldigimi.
Ve gene yolculuk vakti gorundu bize. Yakinda bu diyari terk edip bambaska bir diyara atacagimiz kendimizi. Ben gene evimin hanimi olmaya calisacagim once. Buraya iki-uc yil icerisinde geri donmek uzere. Plan bu. Aslinda simdilik plan bu demeliyim. Kim bilir neler olacagini o zaman icinde?

Cuma, Nisan 06, 2007

Tekrar Merhaba..


En son 9 ay önce yazdım..
Sonra hayat beni aldı eline, bir oraya bir buraya sürükledi..Çok zevk aldim bu durumdan.
Kendimi akışa bıraktım. Hani belirsizlikler vardı hayatımda. Hani daralmıştım ya biraz da bu sebeple..Onlara bıraktım kendimi.
Şimdi..Mutluyum..Huzurluyum..Heyecanlıyım..
Çünkü yepyeni bir yerde, yepyeni bir hayata başladım..
Sevdiğim adamla beraberim..Evlendim. Umarım herkes sevdiği adamla/ kadınla evlenebilecek kadar şanslı olur..Çok samimi, danslı, eğlenceli, son dakika ayarlamaları ile biraz da heyecanlı bir düğün oldu..Ona ve bana yakışan tam da bu olurdu zaten! Centilmen ve flörtif sevgilim ve ben gece boyunca zıpladık durduk..Hatta ev sahibi olduğumuzu unutup sarhoş bile olduk:)


İsviçre'de yaşıyorum artık..Leman Gölü kıyısında..Bu ülkeyi anlatmadan duramam tabii ki.

Eeeh, tabii bir de istifa ettim.. Ev hanımı olmaya çalışıyorum..
Demek ki burada yemek tarifleri görülürse şaşırmamak icap ediyor..Yemek yapmaktan çok zevk alıyorum zira. Usta değil öğrenciyim sadece ama.
.
Bir de hani Güney Amerika sevdamız var demiştim..Haftaya Küba'ya gidiyoruz ..Artık beğensem de beğenmesem de dilimden düşmez tahmin edileceği üzere.
..
Yani anlatacak çok şey var yine..Eminim dinleyecek de..
..
9 ay bu kadar değişiklik için o kadar da uzun değil galiba..
..
Sevgiler

Cuma, Haziran 16, 2006

İki insan ve bir sürü hikaye


Pazar günü bazı teyzelerin fotoğrafını çekebilmek için turist numarası yaptık:) O kadar tatlılardı ki, başımızı kapatamadan çekiyorlar deyip bir yanda da gülüyorlardı:)

O gün tanışıp, hayatlarından kısacık bilgiler edindiğim 2 kişinin fotoğrafını paylaşmak istedim :


ZİYA BEY

Dede Efendi'nin evine 10 yıldır bakan kişi..Tertemiz takım elbisesini giymiş üzerine, gelenlere hoşgeldiniz deyip eşlik ediyor. Dede Efendi'nin hayatını ezbere biliyor, çok güzel Türkçe konuşuyor, bu işi yapmaya ilk başladığında 10 milyon tl alıyormuş, her yıl on on arttırmışlar, şu anda aylığı 100 ytl olmuş. İlkokulu bile bitiremediği için hala çok üzülüyor, en çok deniz subayı olmak istermiş. Almanca'yı çok iyi, İngilizce ve diğer birkaç dili daha da anlaşabilecek seviyede konuşabildiğini iddia ediyor. Almanya'da 20 yıldan fazla kalmış, birden fazla süpermarket sahibi olmuş, çok iyi paralar kaznmış, yemiş içmiş, sonra beş parasız memlekete geri dönmüş. Ailesinden yadigar evinde oturuyormuş şimdi...Biraz çapkın olan Ziya Bey'i karısı hala çok kıskanıyormuş. Turist kızlardan aldığı fotoğrafları geçenlerde az kalsın yırtacakmış, Ziya Bey bir daha eve gelmem diyerek tehdit etmiş! Parasız kaldığı için üzülür gibi değildi, Dede Efendi çalıyordu ondan mı bilmem, bana çok huzurlu ve mutlu göründü kendisi...

DARBÜKATÖR

Erol Taş'ın kahvesinde fotoğraflara bakarken birden yanımıza gelip konuşmaya başladı. Erol Taş'ın 50 yıllık arkadaşıymış, "çok iyi adamdı"diyor ama "sen iyiysen karşındaki iyidir, kötüysen kötüdür" diye de hemen ekliyor.

Gururla aslen sanatçı olduğunu söylüyor, darbuka çalıyormuş, bir zamanlar turnelere çıkarlarmış, iyi para da kazanıyormuş, sonra "Erol Abi ile alem yapardık " diyor, bir başlarlarmış içmeye, sabaha kadar devam ederlermiş. Müzik, kızlar, vs..Sonra alkolik olmuş. Sabah kalkar kalkmaz şarap içmeye başlamış, çok zor zamanlar geçirmiş. Birgün bir tanıdığı ölmüş bu sebepten, "mucize oldu" o gün diyor, içkiyi o gün bırakmış, ağzına içki koymayalı 20 yıl olmuş. Şimdilerde dindar bir adam olmuş.

Ayakkabı boyacılığı yaparak hayatını devam ettiriyor.

Bir de çocuklar vardı gezdiğim yerlerde..Fotoğraf çektirmeye çok alışkın bir halleri vardı. Ellerinde ekmek arası peynirle koştururken bir yandan da oynadıkları oyundan geri kalmamaya çalışarak veya mahalle bakkalının önünde bisikletiyle durup birşeyleri ağzına yüzüne bulaştıra bulaştıra yiyerek beni herşeye rağmen tekrar çocuk olmaya özendirdiler. Onlara da çok renkli ama daha kolay hayatlar diliyorum. Çok zor olduğunu bilsem de..

Hangimizin hayatı daha basit? Neye göre karar verebiliriz? Sanırım başarılarımız kendimizce çok büyük, sorunlarımız kendimizce çok önemli..Tüm bu sıfatlar göreceli..Para, pul, ünvanlar, diğer sahip olunanlar hepsi gelip geçiyor işte..İyisi mi biz yaşamımıza başka anlamlar katmaya çalışalım. Zevk alalım kendimizden ve hayattan.

Orada bir yer var, çok yakında

Geçen hafta gene 4 gün İstanbul'daydım..İş, eğitim vs sebepleriyle geldiğimden koştura koştura bir hal oldum ama gene de tüm yorgunluğa değdi. Pazar günü hiç gitmediğim yerlere gittik sevgili arkadaşım Erol ile..Fotoğraf makinaları ellerimizde -şimdi burada itiraf edeyim, fotoğraftan anladığım falan yok, sadece fotoğraf sanatını severim- Sultanahmet ' ten yürüyerek Cankurtaran mahallesine indik.
Ara sokaklardan geçerken önce minik oteller, pansiyonları geçtik, sonra birden eski bir İstanbul mahallesinde bulduk kendimizi..Mahalle bakkalının önünde abur cubur yiyen çocuklar, sokak taşlarının üzerinde oturup dantel yapıp sohbet eden teyzeler, sokağın ortasında halı yıkayan bir anne kız, hepsi bir anda beni taaa eski zamanlara götürdü. Çok etkilendiğim hikayeler dinledim, Dede Efendi'nin evini gördüm, Erol Taş'ın kahvesinde çay içip, tavla oynadım.

Şimdilerde şehirden uzaklaşıp, haftasonlarında görebileceğimiz "otantik" mekanlar arayıp kilometreler tepiyoruz ya..Boşverin uzakları, çok yakınınızda böyle yerler var, hani hem tanıdık hem yepyeni.. Gidin oralara, içiniz kıpırdasın benimkisi gibi.

Çarşamba, Mayıs 31, 2006

Mis gibi anlatmış.

En çok biz değişiyoruz galiba dedim, aklıma Ali Poyrazoğlu'nun şiir geldi..Ne güzel anlatmış bizi, mis gibi geldi. Bu arada şiir kitabını çok beğendim, haberiniz olsun.


"Sunlari biraraya toplayayim.
Bir guzel muhabbet edelim" diye dusundum.
Mutfak isinden de anlarim.. Donattim sofrayi.. Bayagi ugrastim..
Hepsinin,ayri ayri ne yemekten, ne icmekten hoslandigini iyi
bilirim..
Bayagi da para gitti. Birinin yedigini oburu yemez..
Otekinin ictigini beriki icmez..
Dort kisilik sofra kurdum.
Mumlari da yaktim..
Bak hepsi, Erick Satie severdi..Hatirladim..
Muzigi de ayarladim.. Geldiler..
Yirmi yasimi, otuzbes yasimin karsisina oturttum.
Kirk yasimin karsisina da, ben gectim..
Yirmi yasim, otuzbes yasimi tutucu buldu..
Kirk yasim ikisinin de salak oldugunu soyledi..
Yatistirayim dedim.. "Sen karisma moruk" dediler..
Buyuk hir cikti. Komsular alttan ustten duvarlara vurdular..
Yirmi yasim kirk yasima bardak atti..
Evin de icine ettiler.. Bende kabahat.
Ne cagiriyorsun tanimadigin adamlari evine.."

Değişip Durdum


"Değişmeyen tek şey değişimdir" diye buyurmuş Herakleitos, bu nedenle de " Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de biz." diye de eklemiş üzerine..Şimdilerde şirket politikalarında, birbirlerinden farksız olan kişisel gelişim öğretilerinde, reklam kampanyalarında heryerde ama heryerde gözümüze ısrarla sokulan ve nihayet slogan haline getirilmiş bu değişim denen şeyi düşünüyorum.

Bilenler bilir, monotonluktan oldum olası korkarım, yeni şeyleri oldukça güleryüzlü karşılarım, hoşuma gitmeyen şeyleri dahi hızla kabul etmeye çalışırım. Çünkü değişim çok doğal, esnek olmak hayatı kolaylaştırıyor ve daha az hayalkırıklığı yaşamamıza yardım ediyor.

Ama bu aralar biraz yorgunum, evet değişim yorgunuyum.

Yıllardır gittiğim bir lokantanın bir gün çok sevdiğim karnıyarığa farklı bir baharat koyması işime gelmiyor artık, ben onu eski haliyle zaten seviyordum çünkü..Ya da sevdiğim bir şairin birden hiç sevmediğim bir şarkıcıya danışmanlık yapmasını yadırgıyorum artık, onlar ayrı dünyaların insanları değiller miydi, onları birleştiren ne şimdi anlayamıyorum. Tümer'i Fenerbahçeli olarak kabul edebilmem için daha uzun zaman ihtiyacım var mesela.
Çünkü anladım ki değişmek kadar bazı şeylerin değişmeden kalmış olması da beni hayata bağlıyor.

Çocukluğumu geçirdiğim mahalleye gittiğimde onu hatıralarımda yaşattığım gibi bulmak derin bir nefes almak gibi gelecek biliyorum mesela..Ya da uzun zamandır hiç ama hiç görmediğim Süphan'ı, Ali'yi, Akif'i gördüğümde anlatacak yeni hayatlarımız olsa da sadece hikayenin değiştiğini, geri kalan herşeyin aynı olduğunu, kaldığımız yerden başlayabileceğimizi bilmek rahatlatıyor beni.

Değişmeden yaşamımızı sürdüremeyiz biliyorum. Nietzsche'nin deyimiyle "derisini değiştirmeyen yılan ölür." Ama nereye kadar değişim diye soruyor musunuz siz de? Her değişikliğin iyi bir sonuç vereceğine hemen ikna oluyor musunuz hala ? Daha dirençli mi olduk birden ? Mesela, hep şikayet ettiğiniz işten daha iyi olanaklar sunan ama bambaşka bir sektörde yepyeni bir iş teklifinde bulunsam size, kaçınız kabul ederim dersiniz?

Gitgide daha konformist oluyoruz galiba, daha az risk almak istiyoruz. Yani, tüm bu değişim yakınmalarımız asıl ve en çok değişen şeyin kendimiz olduğunu işaret ediyor sanırım:) Şu hayat denilen garip yolculukta yolumuzu kaybetmememiz dileğiyle..Mutlu değişimler!

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

İçelim, unutalım



Benim gibi futbol meraklısı bir insanın bu hafta bu konuyla ilgili birşey yazmamasına beni tanıyanlar şaşırmış!
Ne diyebilirim, Galatasaray'ı gönülden tebrik ederim, diğer futbolcuların onlardan öğreneceği şeylerin başında kararlılık geliyor galiba. Ama gelin görün ki, futbol öyle bir oyun ki eğer Fenerbahçe büyük bir cömertlikle şampiyonluğu tepsiyle sunmasaydı, şimdi bizi mail bombardımanına tutan arkadaşlarımız artık takımlarından iyice vazgeçmiş olacaklardı. Meğer ne kadar dolmuşlar, günlerdir müthiş yaratıcılık örnekleri sergiliyorlar.
Armut piş ağzıma düş oldu.
Fenerbahçe yoktu son maçta sanki..Bizi çok ama çok üzdü, bu durumun en büyük sorumlusu olarak kendi takımımı görüyorum.

Fenerbahçe'nin güçlü olmasından korkup yanyana gelen herkesin şimdilik gözü aydın! Ama görünen köy kılavuz istemez. Bundan sonra kimse kimseye şampiyonluğu böyle bedavadan vermez... diyeyim ve bir Fenerbahçeli olarak buz gibi bir soğuk su içeyim:)

Ya da buzz gibi bir Margarita harika olur ! Bir arkadaşım evinde Margarita yaptı, bayıldım. Hazırlaması herkese çok kolay gelecek eminim. İşte yaz akşamlarındaki dostumuzu takdimimdir :

5 cl tekila
3 cl triple sec (ismini 3 kere damıtılmış olmasindan alan likör çeşidi..curacao,cointreau triple sec çeşididir)
1 limonun suyu (ben limonu bol seviyorum, bu yüzden 2 limon koyacağım)
kirik buz

hepsini iyice çalkalayın. Kadehin ağız kısmını limonlayıp tuza batırın, isterseniz içine çilek veya kivi de koyabilirsiniz.
Haydi şerefeeee! İçelim unutalım!

Belirsizlikler Hayatımızı Belirler mi?



Hepimiz zaman zaman hayatımızın herhangi bir alanında belirsizlik yaşamışızdır değil mi? Bu konuda aklıma gelen ilk örnek üniversite sınavları oluyor doğal olarak.. Üniversite sınavlarının açıklanacağı gece bizim neslin hayatındaki en önemli gecelerden biriydi. Ama her fırsatta olduğu gibi o gecelerde de en çok eğlenmeye, birbirimizi sakinleştirmeye zaman ayırırdık..Yani benim öyle oldu. İki kez girdim üniversite sınavına, ilk seferinde sonuçların açıklanacağı geceyi Kumla'da kumsalda gitar çalan arkadaşlarımın nağmeleri, bira kutuları ve kikirdeşmeler arasında geçirip sabahın köründe çıkacak olan "sınav sonuç gazetesi"ni bekleyerek geçirdim. Kazanamadım ama üzüntümü kazanamayan bir sürü arkadaşımın yanında yalnız olmadığımı anlayarak ve kazanan arkadaşlarımıza "seneye oradayız" diye söz verip onlar için sevinerek giderdim. Bir belirsizlik gitmişti hayatımdan işte, sonuç kötü de olsa rahatlamıştım.
İkincisinde ise sınav sonucumu telefonla öğrenmiştim, istediğim yerlerden birini kazanmıştım, artık Ankara'ya gidiyordum, mutluydum..Ama mutluluğumu geçen sene ki gibi paylaşamamıştım.

Bu aralar hayatımda çok büyük belirsizlikler var. Hem de hayatımın temelini teşkil eden alanlarda ! Yani öyle böyle değil..Ben bir dereceye kadar belirsizliğin hayata anlam kazandırdığını düşünenlerdenim. Yani ne olursa olsun yarın sabah da uyanmak için sebep yarattığına inanırım.
Ama bunun sınırı nedir? Hangi konularda belirsizlik sizi çok rahatsız eder? Ne kadar dayanabilirsiniz ? Bazen hiçbirşeyi belirlemeden sırtınızı dönüp gitmek istediğiniz olur mu? Yada dayanıklılığınızı arttıran onları nasıl karşıladığınız mıdır ?

Bunları soruyorum kendime bu aralar..Size de sorayım dedim.

Kendime sordukça anladım ki çoğu zaman insan kendi hayatının belirleyicisidir. Hangi şartlar altında olursa olsun bazen karar vermek en güzelidir. Belirsizlikleri çözmek de insanın kendi elinde olabilir, yeter ki gerçekten istesin.
En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir:)